1970 muhtırasıyla birlikte Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik sert baskılar ve kısıtlamalar uygulandı.
Baskılar, 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte demokrasinin askıya alınmasıyla zirveye ulaştı.
O dönemde meşhur TCK’nın 141, 142 ve 163. maddeleri vardı. Bu maddeler komünizm propagandasını ve laikliğe karşı söylemleri yasaklıyordu.
Yazdığı şiirler ve yazılar bu maddelere takılan Nazım Hikmet vatan haini yapılmış, Necip Fazıl Kısakürek ise Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle hapis cezası almıştı.
Turgut Özal döneminde bu maddeler kaldırıldı ve düşünce ve ifade özgürlüğüne kısmen bir esneklik getirildi.
12 Eylül’le birlikte vatan haini iddiasıyla vatandaşlıktan çıkartılan Cem Karaca, Melike Demirağ, Ozan Arif gibi sanatçılar daha sonra iade-i itibar gördüler ve ülkeye geri döndüler.
Özallı yıllarda kısmen hissedilen düşünce ve ifade özgürlüğü, 1990’lı yıllardaki konjonktürde yine askıya alındı.
Parti kapatmalarla başlayan yasaklar, Ahmet Kaya’nın vatan hainliğine kadar uzandı.
Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar DGM’lerde yargılandı.
Askeri vesayet ve derin devlet anti demokratik uygulamalarla demokrasiyi sekteye uğrattılar.
28 Şubat post modern darbeyle iktidar değiştirildi, sivil demokrasiye çok ağır bedeller ödetildi.
Çünkü vesayet rejimi ve bürokratik oligarşi, düşünce ve ifade özgürlüğünden korkuyordu. Bu korku sebebiyle demokrasi çok ağır yaralar aldı.
AK PARTİ DÖNEMİ
2002 yılında iktidara gelen AK Parti, vesayet rejiminin sona erdirilmesi için büyük hamleler yaptı.
Yapılan yasal düzenlemelerle düşünce ve ifade özgürlüğünün öne açıldı. Hatta öyle ki, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 1939’daki Dersim olaylarını “katliam, facia ve trajedi” olarak tanımlayarak, devlet adına Dersim halkından özür diledi.
Son dönemlerde düşünce ve ifade özgürlüğü alanında tartışmalar meydana geldi.
İfade özgürlüğünün sınırlarına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı ve yayınlanan bildiriler sonucunda toplumla kutuplaşma meydana geldi.
Gelinen son noktada kutuplaşmanın boyutları öyle bir hal aldı ki, artık karşıt fikirden olanlara “vatan haini” damgası vurulmaya başlandı.
Çok değil, bundan birkaç yıl önce “analar ağlamasın, çocuklar ölmesin” diyerek PKK’yla müzakereye oturanlar herkesten çok daha vatansever, karşılarındakiler ise vatan haini oluverdi.
İNADINA DEMOKRASİ
Türkiye, hiçbir zaman tam anlamıyla demokrasiye ulaşamamış bir toplumdur.
Ulaşmış olsaydı, bugün düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin tartışmalar yapılmazdı.
Bir demokrasinin olmazsa olmaz tek koşulu, düşünce ve ifade özgürlüğüdür.
Demokrasiyi sadece seçimlerden ibaret görenlere, Rusya’yı, Suriye’yi, İran’ı örnek gösterebiliriz.
Bu ülkelerde demokrasinin D’sinin olmadığını hatırlatmak isterim.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, insanlara Yaratıcı’nın doğuştan verdiği bir haktır.
Öyle ki, bir insana Müslüman olması için en küçük bir baskı ve zorlama dahi yapılamaz.
İnanmayan insanlara oruç tutması, namaz kılması veya zekat vermesi için baskı yapılamaz.
Kutsal dinimiz dahi insanlara düşünce özgürlüğünü tanımışken, demokratik bir toplum düzeninde bunun aksi kabul edilemez.
O nedenle zihninde zerre kadar demokrasiden kaynaklanan bir fikir kırıntısı olanların her koşulda düşünce ve ifade özgürlüğünden yana olmaları gerekir.
Çünkü, düşünce ve ifade özgürlüğü bir gün gelir size de lazım olabilir.