17/25 Aralık'ta hükümeti devirmek amaçlı olduğu sonradan anlaşılan yolsuzluk operasyonları yapıldığı zaman, o dönemde kamuoyunda oluşan algı ve bilgi dezenformasyonu sebebiyle “Bu yolsuzluk iddialarının ucu kime ve nereye uzanırsa uzansın sonuna kadar gidilmelidir” diye düşünmüştüm.
Herkes gibi ben de 17/25 Aralık’ı cemaat denilen Fetullahçı savcı ve polislerin yaptığını tahmin ediyordum, buna rağmen bu operasyonu hukuki buluyordum.
Çünkü şöyle düşünüyordum: Evet, 17/25 Aralık operasyonları yapan savcı ve polisler, Fetullah’a bağlıdır. Bunlar, 17/25 Aralık’a kadar sayısız operasyon yapmışlar ve yaptıkları bu işleri hükümet desteklemişti.
Fetullahçı savcı ve polisler, ucu başkalarına dokunan operasyonlar yaptıklarında “devletin savcısı ve polisi” olarak kabul edilecekler, ama ucu AK Parti’ye dokunan operasyon yaptıklarında “paralelci” olarak nitelenecekler.. Böyle bakış açısı olur muydu?
O dönemde iktidarın eleştiri karşısında sergilediği hoşgörüsüzlüklerden, internete sansür gibi bazı antidemokratik uygulamalarından hiç memnun değildim ve bu nedenle yolsuzluk suçlamalarıyla yüz yüze kalmalarına da, ne yalan söyleyeyim üzülmemiştim.
Tıpkı CHP ve MHP’liler ile diğer muhalefet gibi..
Yaşamı boyunca ülkücü fikriyatı benimsemiş bir insan olarak, o süreçte iktidarın birçok uygulamasını kabullenmiyor, gazeteci kimliğimle de eleştiriler yapıyordum.
Hatta en fazla eleştiriyi de dönemin İl Başkanı Metin Kaşıkoğlu ve ekibine karşı yöneltiyordum.
30 Ekim 2014 MGK kararıyla cemaat denilen şey paralel yapı ilan edilince ve bu yapının devlet içindeki örgütlenmeleri deşifre olmaya başlayınca, anladım ki 17/25 Aralık operasyonu, aslında hükümeti devirmeye yönelik bir darbe girişimiymiş.
Fetullahçıların, 17/25 Aralık’ta yolsuzlukla mücadele gibi kamuoyunda karşılık bulan sözde masum gerekçenin arkasına gizlenerek, hükümeti devirmeyi planladıkları gerçeğini işte o zaman anladım.
Bakın, “17/25 Aralık operasyonlarında herkes sütten çıkmış ak kaşıktır, bavullar, kutular, kol saatleri falan hayal mahsulüdür” demiyorum.
Sadece yolsuzluk iddiasından çok daha büyük bir ahlaksızlığın, alçaklığın varlığına dikkat çekiyorum.
Kaldı ki, CHP lideri Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde de aynen şu ifadeleri kullandı: “17-25 Aralık ayrı yerde duruyor zaten, o da yargılanacak. Darbeciler nasıl yargılanıyorsa, bu devleti soyanların da yargılanması lazım, kul hakkı yiyenlerin yargılanması lazım.”
MHP lideri Bahçeli de, AK Parti’yle 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan koalisyon görüşmelerinde, ön şart olarak “rüşvet ve yolsuzluk vakalarının 17-25 Aralık vakasında ucu kime dayanırsa dayansın üzerine gidilmesi isteğimizdir” demişti.
Gazete olarak, Fetullahçılarla 2009 yılından itibaren mücadele ettik.
Bu yapının Düzce Üniversitesi’ni ele geçirme çabalarını, kurdukları tezgahları, kumpasları ve kirli emellerini yayınlarımızla defalarca gündeme getirdik.
Bunları yaparken, başımız birçok kez derde girdi.
Düzce Adliyesi’nde Fetullahçılar tarafından aleyhimizde 12 adet dava açıldı, haksız ve hukuksuz yere yargılandık.
Kaybettiğimiz bir dava yüzünden hala para cezası ödemekteyiz.
Bizim, 2010 yılında fark ettiğimiz ve başımızın derde gireceğini bile bile yazılarımızla zaman zaman gündeme getirdiğimiz bu yapı, keşke iktidar tarafından daha önce farkedilseydi, ülkemiz belki de 15 Temmuz hain darbe kalkışmasını yaşamayacak, milli iradeye kast edilmemiş olacaktı.
Ve hatta Rus Büyükelçisi’ne hain bir suikast düzenlenmemiş olacaktı.
Ben ve sahibi olduğum gazete, 15 Temmuz’dan sonra değil, geçmişinden bu yana paralelcilere karşı kendi çapında savaş vermiş, bu yüzden ciddi mağduriyetler yaşamıştır.
İşte bu nedenle ben, özellikle kamu kuruluşlarında her türlü cemaat oluşumuna, bir cemaat bağlantısı veya irtibatı olan herkesin yetkili makamlara getirilmesine karşıyım.
Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi tek devlet, tek bayrak, tek vatan ve tek bayrak fikriyat olarak benimsediğimiz bir unsurdur ve gerisi bizim için teferruattır.
Saim Tut
Düzce’de Ak Parti’nin kurucularından, bir dönem il başkanlığı da yapan gazeteci-yazar Saim Tut, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Faruk Özlü’nün danışmanı oldu.
Bilgisiyle, tecrübesiyle, entelektüel yapısıyla ve siyaseti iyi bilen biri olma özelliği ile Saim Tut’un Bakan Özlü’nün danışmanı olmasını memnuniyetle karşıladım.
Saim Tut, sadece Bakan Özlü’ye değil, Düzce’ye de ciddi anlamda faydası dokunacak birisidir.
Bakan Özlü, çok doğru bir tercih yapmıştır.